Kayıtlar

Mutlu Ölüm#Alıntı

Resim
(...)Eve dönünce yattı, akşam yemeği saatine kadar uyudu. Yumurta pişirdi ve aynı kapta yedi (ekmeksiz, çünkü ekmek almayı unutmuştu), sonra uzandı ve hemen uyudu, ertesi sabaha kadar. Kahvaltıdan az önce uyandı, temizliğini yaptı, yemeğe indi. Yukarı çıkınca iki bulmaca çözdü, titizlikle Kruschen tuzlarının reklamını kesti ve kesiği, daha önce merdiven korkuluklarından inen şakacı büyükbabalarla dolmuş bir deftere yapıştırdı. Bunu yaptıktan sonra ellerini yıkadı, balkona yöneldi. Güzel bir öğle sonuydu. Bununla birlikte kaldırımlar kir pas içindeydi, tek tük ve yine aceleci insanlar vardı. Her insanı, dikkatli bir bakışla, görüş alanının dışına çıkıncaya kadar izliyor ve onu, yeni birini izlemek üzere bırakıyordu. Önce, geçenler, gezintiye çıkan ailelerdi; denizci giyimli, külotları dizlerinin üzerinde, sert giysileri içinde sıkışıp kalmış iki oğlan, kocaman pembe kurdelalı, parlak siyah ayakkabılı küçük bir kız. Onların arkasında kahverengi, ipek giysili bir anne, elinde bir bastonl...

İnsanın Zekası Hakkındaki Megalomanisi

Resim
Alan Turing'den beri bir makinenin insan gibi davranıp davranamayacağını araştırıyoruz. Şimdiye kadar olan gelişmelerimiz, yapay zeka adı verilen algoritmaların insanların erişebildiği yaratıcılık ve düşünme kapasitesine tam anlamıyla erişemediğini gösteriyor. Peki bu söylem ne kadar doğru? Bilinç sahibi olmak, insanın kendine atadığı en üstün sıfatlardan biri. Sözlüklere bakarsak bilinç; "İnsanın kendini ve çevresini algılama, kavrama ve yorumlayabilme yetisi" olarak geçiyor. Modern toplumumuzun kurulmasıyla birlikte doğada gördüğümüz diğer hayvanlarla aramızda olan dezavantajları zeka ve bilinç gibi avantajlarımızla kapattığımızı varsaydık. Acımasız habitatlarda bizi koruyan kürklerimiz, düşmanlarımıza saldırmamızı sağlayan pençelerimiz veya bizi saklayabilecek adaptasyonlarımız yoktu. Bunun yerine elimizdeki yegane ve eşsiz yetenek zekamız ile bu eksiklikleri kapattık.  Zeka, tüm yaşamlar içerisindeki bir yetenek olarak sayılırsa aslında diğerlerinden katbekat üstün ve...

Kültürde Postmodern Devrim

Resim
Bugün hepimiz şaşalı modern sanat galerilerinden uzak dururuz. Oturduğumuz yerden bienalleri eleştiririz. Peki yaptıklarımız ne kadar doğru? Bildiğimiz "sanat" gibi görünmeyen sanatsal üretimlere olan bu nefretimiz, kıçımıza nereden saplanacak kılıçları dövüyor? Öncelikle postmodernitenin neyi yıktığını ele almakla başlayalım. İncil'i biraz değiştirerek "Her şeyden önce öz vardı" sözüyle ilerleyelim. Sanat nerede ve hangi koşullarda ortaya çıktı?  Bugün sanat olarak nitelendirdiğimiz şeylerin çoğu Helenistik aslında. Niye baldırı çıplak bir Olimpos tanrısı heykeli "çokça sanat, orama da estetiklik" olarak algılanıyorken mağarada çizilmiş av hikayesi resimleri yalnızca "antropolojik bir bulgu"? Geçen gün La Casa De Papele denen diziyi izliyordum. Merkez Bankası'nı soyma sahnesinde altın müzesinde sergilenen, zannımca Latin Amerika kökenli heykeller hakkında "Bunlar sanat değil ki, 3 yaşındaki çocuğuma versem uğraşıp benzer bir şey çık...

Evrende Yalnız Mıyız? Contact Filmi Üzerine Düşünseller

Resim
  Evrende Yalnız Mıyız? Contact Filmi Üzerine Düşünseller Carl Sagan kesinlikle çok zeki biri. Bilim insanı kişiliğinin yanında entelektüel anlamda da bu denli yetenekli olabilmesi hayret verici. Bilimsel tutarlılığı kurguyla muhteşem derecede harmanlayıp çok hoş bir beyin fırtınasını bizlere sunmuş. Contact filminin de aynı başarıyla izleyiciye aktarıldığını düşünüyorum. Kitap ve film neredeyse hiçbir zaman dünya dışı yaşam formlarının fiziksel anlamları üzerinde durmuyor. İletişimin tekniği ve üretilen makinenin kabiliyetleri neredeyse anlamsız. Hatta gelişmiş koskoca dünya mühendisliği nasıl olur da makinenin olası etkileri konusunda bir fikre sahip olamaz diye kendinize soruyorsunuz. Evrenin ve matematiğin en temel biçimlerine göre şekillenmiş bilme gücümüz, kesinlikle dünya dışı bir aktarımı anlayabilir ve açıklayabilir. Örneğin Bertrand Russell'ın kaleme aldığı Principia Mathematica'yı düşünelim. Bu kitapta matematiğin temel aksiyomları tamamen simgeler kullanılarak ortay...

Orhan Veli Öldü#Alıntı

Resim
 

"Bir ulusun hikayesi"-Shin Gojira filmi üzerinden yakın Japon tarihine bir bakış

Resim
Shin Gojira  Bir millet ile özdeşleşmiş kaç tane sinema filmi vardır? Şüphesiz ki Gojira(Godzilla) bu tür filmlerin en ünlüsü denebilir. Godzilla günümüzde tüm insanlık tarihini özellikle modern Japonya tarihini etkileyen bir yaratım. Öyle ki Japonya'da Godzilla'ya tapan insanlar, Godzilla saldırısına karşı yapılması gerekenler hakkında talimatname yayınlayanlar var. Peki nedir necidir bu ünlü yaratık? İlk olarak 1954 yılında ingilizcesiyle Godzilla:King of the Monsters! ismiyle karşımıza çıktı. Filmde yaşadıkları küçük çaplı nükleer savaş deneyiminden yeni çıkmış ve tekrar ayakları üstünde durmaya çalışan Japonya'da bir dizi nükleer denemenin sonucunda Godzilla'nın okyanusta ortaya çıkması ve adı gereği sağı solu çatır çatır yakıp yıkması konu ediliyor. İlk filmde ve gelecek filmlerin birçoğunda bahsedileceği üzere(en azından ciddi yapımlar çocuk işleri değil) Godzilla, insanlığın tehlikeli nükleer oyuncaklarının bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. 2. Dünya Savaşı sonr...

Agnes Varda-Kara Panterler ve Django:Zincirsiz hakkında

Resim
  90 Yaşında aramızdan ayrılan Agnes Varda'nın filmografisine daha yeni yeni ısınıyorum. Mubi'de gördüğümde ilgimi çekenlerden biri Kara Panterler belgeseli oldu. Açıkçası daha önce 60-70 dönemi Amerikan iç siyasi çatışmalarına az çok hakim olsam da detaylı olarak bilgi sahibi olmadığımı fark ettim. Hele birde usta bir yönetmenin elinden çıkma bir çırpıda izlenecek bir belgesel olduğunu fark edince şansımı kaçırmak istemedim.  Belgeselin kendisine gelecek olursak gayet güzel bulduğumu söylemeliyim. Röportajlar ilgi çekici ve bilgilendirici. Agnes Varda diğer belgesellerinde de olduğu gibi olayın dibine inmek için konuyla ilgili hayattan görüntüler ile eserini süslemiş. Liderlerin ideolojik nutukları veyahut sıkıcı parti politikalarını uzun süre dinlemek yerine gerçekten kara panterler komünitesinin içine girip yaşamları hakkında bilgi sahibi olmamızı sağlamış. Tamam bu insanlar extremist solcular olarak savunulabilir. Ama nasıl yaşarlar, ne yer ne içerler, çocuklarla ilişkiler...

Bursa vs İzmir, Subjektif bir karşılaştırma

  BURSA VS İZMİR Şehir Karşılaştırmaları Bölüm 1 Yazı teması: sosyo kültürel ve belediyecilik anlayışını baz alan şehirlerarası karşılaştırma raporu Anahtar kelimeler: Bursa, izmir, izmirde yaşam, bursada yaşam, kordon, Nilüfer, belediyecilik Başlamadan önce raporumun tamamen subjektif bir gözlem değerlendirmesi olduğunu, istatistiklere dayanmadığını belirtmek isterim. Bana göre bir şehirde yaşamı ölçebilmek için istatistik bilimi yetersiz kalıyor özellikle Türkiye gibi bir ülkede. Böyle subjektif bir raporda gözlemcinin özellikleri belirtilmelidir. Ben son 2 yılımı Bursa ve İzmirde yaşayarak geçiren biriyim. Aslen bursalıyım şuan izmirde öğrenciyim. Orantısal olarak değişebilse de yılımın çoğunluğunu izmirde geçiriyorum. İzmirde ortalama bir öğrenci yaşamı sürüyorum, bursada orta üstü bir aile yaşamım var. Bu iki şehir dışında sakini olarak hiç bulunmadım başka şehirde. Fakat nüfus bakımından ilk 6 şehirde 1 2 hafta üstü turistliğim oldu. Sosyo-Kültürel ve Ekonomik Yap...

Ran Film İncelemesi

Resim
  RAN “Shakespeare’ e dokunmaya hakkı olan tek yönetmen Akira Kurosawa’ dır” -Orson WELLES Usta yönetmen Akira Kurosawa’ nın başyapıtlarından biri olan Ran, Japon film dünyasına ve savaş filmleri janrasına damgasını vurmuştur. Entrikalar, ihanet, aile bağları ve gücün kaybedilişi üzerine güçlü bir kurguya sahiptir. İnsanoğlunun narsist tavırlarını yüzüne vurmuş, bir kralı kendi ülkesinde yabancı durumuna düşürmüştür. Hikaye temelini bir Shakespeare trajedisi olan Kral Lear ve 16. Yüzyıl Japon Feodal Bey’ i Mōri Motonari’ den almıştır. Başlangıçta yorgun, bitkin ve düşünceli bir kral olan Hidetora ile tanışırız. Hidetora av sonrası bir öğlen vakti uyuya kaldığında çok dehşetli bir rüya görür. Uzun zamandır aklında olan fikirleri harekete geçirmesine dair bir delalet olduğuna kanaat getirir. Bu ise krallığını üç oğluna paylaştırması fikridir. Temel olarak görülebileceği üzere Kral Lear oyununa benzer bir şekilde Hidetora evlatları arasında topraklarını paylaştırır. Fakat küçük ...

Akira Kurosawa'dan Ingmar Bergman'a mektup

  Akira Kurosawa'dan Ingmar Bergman'a mektup Okumadan önce Kurosawa'nın dönemdaş meslektaşları ile çok sıkı ilişkilere sahip olması, uzak diyarlarda sinema yapmasına rağmen asla batı sinemasından kopmayıp kendini unutturmaması büyük bir başarıdır. Bergman gibi bir dev dışında Orson Welles, Spielberg, Scorsese gibi yönetmenlerle de yakındır. Hatta Dreams adlı filminde Van Gogh rolünü Scorsese canlandırmıştır. Kendisi mektupta açıkça sanatın en iyi dönemini insanın en olgun zamanları olarak tanımlamaktadır. Nihayetinde kendisi Ran gibi bir şaheseri 75 yaşında ortaya koymuştur. "Saygıdeğer Bergman Bey, Müsaadenizle yetmişinci yaş gününüzü kutlayayım. Eserlerinizi her izlememde derinden etkileniyorum. Şimdiye değin onlardan çok şey öğrendim ve cesaret buldum. Bizlere daha fazla harika film üretmeniz için sıhhatinizin yerinde olmasını diliyorum. Japonya’da, Meiji Devri’nde (19. asrın sonu), Tessai Tomioka adında bir sanatçı yaşamış. Bu sanatçı, daha genç yaşında, ...

Atinalı Timon-Shakespeare#Alıntı

  TIMON – Sevgili dostlarım, oturmaz mısınız? (...) Herkes sevgilisini öpmeye koşar gibi geçsin yerine. Hepiniz tıpatıp aynı şeyi yiyeceksiniz. Resmi bir ziyafetteymiş gibi yer seçmekle oyalanıp yemeği soğutmayın. Oturun, oturun! Ama tanrılara şükran borcumuzu ödeyelim önce. Ey yüce koruyucularımız; bu topluluğumuzdaki yüreklere şükran duyguları serpin. Çünkü sizler, bizlere verdiklerinizle yücelttiniz kendinizi, ama varınızı yoğunuzu da vermeyin, yoksa tanrılığınız hor görülür. Herkese yetecek kadar verin ki, kimse kimseye muhtaç olmasın. Çünkü siz tanrılar, insanlardan borç istemek zorunda kalsanız gözlerinden düşersiniz. Yiyecekleri yemeği yedirenden daha çok sevdirin insanları. Yirmi kişilik bir toplantıda bir o kadar da alçak bulunsun her zaman. Bir sofraya oturan on iki kadının bir düzinesi o bildiğiniz soydan olsun! Ey tanrılar, ne kadar lanetiniz daha kaldıysa yağdırın Atina'nın senatörleri ve aşağılık çirkef sürüleri üstüne! İçlerindeki çamura boğun onları! Buradaki dost...

Antonius ve Kleopatra-Shakespeare#Alıntı

  ANTONIUS: Silahlarını çıkar, Eros. Bu uzun günün vazifesi bitti. Uyumalı artık. Mardian senin buradan sağ salim gitme zahmetine kat kat öder. Çıkar, sök at. Aias'ın yedi kat kalkanı bile yüreğimin çarpmasını içimde tutamaz. Çatlayın böğürlerim! Bir kere olsun seni tutan bedenden kuvvetli ol da, ey kalbim, bu çelimsiz zarfı yar, parola! Çabuk ol Eros, çabuk! Askerlik kalmadı artık. Berelenmiş parçalar. Gidin haydi mertçe sırtımda taşıdım sizi. Beni yalnız bırakın biraz! Sana yetişeceğim, Kleopatra, yetişeceğim de gözyaşlarıyla af dileyeceğim. Böyle olmak gerek. Çünkü bundan sonra sağ kalıp oyalanmak azap. Madem nurun söndü, sen de yat başıboş dolaşma artık. Bundan her türlü emek, kendi yaptığını bozacak. Evet, gayret gösterene kendi tokadı ket vuracak. Artık mührü bas; her iş olsun bitsin artık, Eros! (Antonius ve Kleopatra / Shakespeare)  

Pianocktail ve Boris Vian

Resim
  Tiyatro ve Roman Yazarı/Müzisyen/Mühendis/Oyuncu/senarist Boris Vian Ses getiren ve ırkçılığı patafizik bakış açısına bağlı kalarak net bir şekilde eleştiren kitabı mezarlarınıza tüküreceğim' in film galasında kalp krizi geçirerek hayatını kaybetti. Bir çok işi kaliteli yapabilmek zordur Pianocktail Boris Vian' ın Günlerin Köpüğü adlı romanında bahsi geçen, gerçek hayatta da tasarlayıp yaptığı(adam mühendis) bir kokteyl makinesi. Basitçe anlatmak gerekirse bir piano' nun tuşlarına ve pedallarına farklı içecekler ve katkılar atanıyor. Bir parçayı çalarken o tuşlara basma oranınıza göre tuşun atandığı içecekler karıştırılıp bir kokteyl haline getiriliyor. Bu sayede bir parçanın tadı nasıl olur öğreniyorsunuz. Lan çok özgün fikir ya nedense çok hoşuma gitti.

Anton Çehov-Ayı#Alıntı

 SMİRNOV (Taklit eder.) Gülünç oluyorsunuz. Kadınların yanında nasıl davranılacağını bilmiyormuşum! Madam, sizin sandığınızdan çok daha fazla kadın tanıdım ben. Kadınlar yüzünden üç kere düelloda vuruldum, on ikisini ben terk ettim, dokuzu da beni terk etti! Anladınız mı? Aptala döndüğüm, duygularımla hareket ettiğim, çok kibar davrandığım, paramparça olduğum, yerlerde süründüğüm zamanlar oldu... Sevdim, acılar gördüm, ahlar çektim, eridim bittim, tükendim, donakaldım... Deli gibi sevdim, kadınların özgürleşmesi için çene yarıştırdım, servetimin yarısını bu hoş duygu uğrunda harcadım ama bu uşaklık bitti! Artık beni sevgi yönetmiyor! Yetti! Kara gözler, tutkulu gözler, kırmızı dudaklar, gamzeli yanaklar, ay, fısıltılar, ürkek iç çekmeler; bütün bunlara artık yarım kapik bile vermem hanımefendi! Sizi hariç tutuyorum ama en küçüğünden en büyüğüne bütün kadınlar numaracı, yapmacık, dedikoducu, nefret dolu, yalancı, kendini beğenmiş, mızmız, acımasız, mant...

Hristo Boytchev- Albay Kuş#Alıntı

Resim
    DOKTOR: Sınırdan en kolay 1 Ocak sabahı geçilir. Gümrük memurlarını görmedik bile, herhalde halen Yılbaşı gecesini uğurluyorlardı. Sınır askerleri Birleşmiş Milletler Örgütü albayına selâm vererek iyi yolculuklar dilediler. Şafak sökerken artık yabancı topraklarda ilerliyorduk. Buralarda insanlar deliler ve normaller olarak değil, Müslümanlar ve Hristiyanlar olarak ayrılıyorlardı. Kader, her zaman insanları bölecek bir yol bulur. Albay Kuş - Hristo Boytchev Komşumuz ve dünyanın en karmaşık coğrafyalarından biri olan Balkanları iyi bir şekilde anlatan kara komedi bir oyun. Boytchev güncel bir yazar. Bosna savaşının yıkıcılığını bu kısa oyunun satırlarında hissediyorsunuz.

Harold Pinter-Kutlama#Alıntı

Resim
  GARSON: Ben küçük bir çocukken büyükbaba beni yüksek kayalıkların kenarına götürürdü ve denizi seyrederdik. Bana bir teleskop aldı. Artık teleskop diye bir şeyin kaldığını zannetmiyorum. Bu teleskopla bakınırdım ve bazen bir tekne görürdüm. Teleskopun merceklerinden baktıkça teknenin büyüdüğünü fark ederdim. Bazen teknede insanlar görürdüm. Bazen bir adam, bazen bir kadın, ya da bazen iki adam. Parıldıyordu deniz. Büyükbaba beni hayatın gizemiyle tanıştırdı ve hala bu gizemin tam ortasındayım. Çıkış kapısını bulamıyorum. Büyükbabam bu gizemden kurtuldu. O bundan kurtuldu. Gizemi arkasında bıraktı ve geriye dönüp bakmadı. Tam da ona yakıştığı gibi yaptı. Bir kez daha laf arasına girmek istiyorum. (olduğu yerde kalır. Sahne kararır) Kutlama - Harold Pinter Fotoğraf: Harold Pinter Kütüphanesinde.

Harold Pinter-Dağ Dili#Alıntı

Resim
  SAHNE 2 ZİYARETÇİ ODASI (MAHPUS oturmaktadır. YAŞLI Kadın da sepetiyle oturmaktadır. Arkasında GARDİYAN) sessizlik YAŞLI KADIN: Ekmek getirdim. GARDİYAN: Yasak o dil yasak.(sopayla kadını dürter) Yasak diyorum anlamıyor musun?(kadın gardiyana bakar) Söyle anana resmi dille konuşsun MAHPUS: O dili konuşamıyor. sessizlik YAŞLI KADIN: Elma getirdim. (gardiyan kadını dürterek bağırır) GARDİYAN: Yasak! Yasak, yasak, yasak! Hey yarabbi . . . (ışık yarıya iner. karakterler donar) Dış sesler: YAŞLI KADIN'IN SESİ: Yavrun seni bekliyor. MAHPUS'UN SESİ: Elini ısırmışlar. YAŞLI KADIN'IN SESİ: Herkes seni bekliyor MAHPUS'UN SESİ: Anamın elini ısırmışlar YAŞLI KADIN'IN SESİ: Eve döndüğün zaman öyle bir karşılayacaklar ki seni. Bütün herkes seni bekliyor. Herkes seni bekliyor görmek için . . . SAHNE 4 ZİYARETÇİ ODASI (MAHPUS yüzü kan içindedir. Titreyerek oturur. YAŞLI KADIN kıpırdamadan durur. GARDİYAN bir pencereden dışarıyı izle...

Samuel Beckett-Quad

Resim
 Bu eserden çıkardığınız anlamlar veya hissiyatlar nelerdir? Ön bilgi olarak Absürt Tiyatro'nun öncülerinden Godot'yu Beklerken adlı oyunla ünlenmiş Samuel Beckett'nin son dönem eserlerinden. Samuel Beckett WW2 sonrası Dadaist, grotesk bir başkaldırı sahnelemesi olarak ortaya çıkan Absürd Tiyatro konusunda ilk eserleri veren yazarlardan. Samuel Beckett'nin hayat anlayışına göre, ki eserlerinden basitçe anlaşılmaktadır, dil artık anlamını yitirmiş ve hisleri, düşünceleri, duyguları iletmekten acizdir. İnsanlığın düştüğü pesimist, uzak, yavan yapay konuşmaları ve iletişimsizliği eserlerine karakterlerin ne konuştuklarını bile anlamamaları ile yansıtmıştır. Oyun ve godot'yu beklerken gibi eserlerde hala grostesk anlatıma yayılmış bir replik kullanımı olsa da yazar hayatının sonlarına doğru dilin işlevsizliğine o kadar inanmış ki artık neredeyse repliksiz oyunlar yazmaya başlamıştır. Son dönemlerinde radyo tiyatrolarında aktif olmuştur. Bazı oyunları 2 3 sayfayı geçme...

Albert Camus-Caligula#Alıntı

 CALIGULA, yerinden kalkar, hâlâ son derece doğaldır — Nerden biliyorsun? Sonuna dek gidilmediği için hiçbir şey elde edilemiyor zaten. Belki sonuna dek mantıklı olmak yeterdi. (Helicon'a bakar.) Ayrıca senin ne düşündüğünü biliyorum. Bir kadının ölümü için bu ne gürültü? diyorsun. Hayır, sorun bu değil. Gerçi, birkaç gün önce sevdiğim bir kadının öldüğünü anımsar gibiyim. Ama nedir sevda dediğin? Önemsiz bir şey. Yemin ederim, hiç önemi yok bu ölümün; ay'ı isteyişim, bulduğum doğru'nun belirtisi yalnızca. Çok yalın, çok açık, biraz sersemce, ama bulgulanması ve dayanılması zor bir doğru. HELİCON — Nedir bu doğru, Caius? CALIGULA, yüzü öteye dönük, yansız bir sesle —İnsanlar ölüyor ve mutlu değiller. (Metin: Caligula - Albert Camus) (Görsel: Gerard Philippe, Paris'te bir Caligula temsili)   SCIPION — Haydi, Caius, çok gereksiz bütün bunlar. Seçimini çoktan yaptığını biliyorum. CALIGULA — Yalnız bırak beni. SCIPION — Yakında gerçek...

Faust ile Yorick

Resim
 Faust ile Yorick Bir bilim adamı olan faust yaşamını insan evriminin bir sonraki evresi olan çok daha gelişmiş bir kafatası örneği arayarak geçirir. evlenişini, kızının doğup büyüyüşünü, kocaman bir kız oluşunu, yaşlanışını, kafatasını bulmak uğruna gözardı eder. Ailesi paramparça olur ve sonunda kafatasını bulamadan ölür. Vasiyet olarak yardımcılarına öldükten sonra kafatasının ölçülüp kaydedilmesi öğütler. Yıllarca aradığı mükemmel ölçülere sahip kafatası, kendisininkidir. Absürd tiyatronun en önde gelen temsilcilerinden Jean Tardiue' nün eseri. Eserin konusunu Goethe'nin ünlü eseri Faust ve Shakespeare'den Hamlet gibi oyunlardan edinmiştir. Oyun boyunca bir ideal peşinde koşan insanlığın yansıması olan karakterin tüm çabalarının boşluğunu çok sert bir şekilde öğreniriz. Aradığımız önemli, tek ve yegane cevap en yakınımızdadır, bu cevap yaşamın saçmalığından başka bir şey değildir.  

Jean Genet üzerine-Balkon

Resim
  JEAN GENET Bir fahişenin oğlu, piç, sokakların çocuğu, 10 yaşında hırsız... Hapishaneye girdiğinde ona verilen kimlikte öğrenir annesinin adını. Düştüğü hapisten onun saf bir sanatçı olduğunu farkeden Sartre tarafından çıkarılır. Fransa Cumhurbaşkanı kıramaz Sartre'ı ve özel izinle salıverir. Uslanmaz haylaz çocuk, eserlerinde isyanını sonuna kadar haykırır hayata karşı. Jean Genet, tiyatro tarihinin en sansasyonel eserlerinden olan Balkon'un yazarı. Bayılıyorum protest Fransızlara. Yandan burjuva elit feylesof çakmasına benzemiyor bunlar. Hayatın sillesini gerçekten yemişte anlatıyor. Rimbaud'ya çok benzer kendisi   Tiyatronun hırçın çocuğu Jean Genet'nin Balkon isimli başyapıtından bir parça. Bir genelevden insana dair tüm nesnel şeylere nasıl eleştiri yapılabilir? Okuyunuz efendim hayatınızda okuyacağınız en iyi tiyatro eserlerindendir kendisi. Ne yazık ki üslubu ve içeriği yüzünden ülkemizde pek oynanmamaktadır ve bende izleme şansına erişemedim. Umarım ...

Uyarlama Senaryolar ve Otör Yönetmenler Üzerine

Resim
 Sanatın neredeyse her alanı aktarımla devam ediyor. Önceki nesillerin kültürünü, hikayesini yeni nesil kendi anladığı şekilde yorumluyor. Mesela 16. Yüzyılda Christopher Marlowe eski dini bir anlatı olan Faust'u Dr. Faustus adıyla yorumluyor. Yıllar sonra Goethe Faust adında bir eser yazıyor. Shakespeare Venedik Taciri oyununda eski Anglosakson anlatısı olan borç olarak kendi etini verme hikayesini tamamen farklı bir kurguyla tiyatroya uyarlıyor. Bu örnekler üzerinden sanatın ilerleyişi tarzını rahatça kavrayabiliriz. Katman katman ilerleyen sanat, her katmanda daha çok çeşitlilik kazanıyor. Benim görüşüme göre bir sanat eserinin iyi bir sanat eseri olarak nitelendirilmesi için kendinde çoğul ana fikriyata, anlatmak istediği meseleye sahip olması lazım. Özellikle yazılı sanatta bence bu çok önemli. Yakından bildiğim için mesela Venedik Taciri oyununu ele alalım. Şöyle kalburüstü bir incelemeyle oyunun Adalet, Irkçılık, Sınıfsal ayrım, Cinsiyetçilik gibi çoğu anlamı taşıdığını fark...

Temiz Sahne kavramı

Resim
  Şu performansı izliyordum. Sahne sanatlarında Temiz Sahne diye bir kavram vardır. Özetlemek gerekirse sahnede nesne anlamında olabildiğince sadelik sağlanmalı ve tüm anlatım görevi performans sanatçılarının beden diline ve çok spesifik, sadece anlama yönelik nesne kullanımına dayalı olmalıdır. Tiyatroda hep verilen bir örnek vardır. Bir adam oyun boyunca elinde bira şişesiyle tirad atar. Oyunun sonuna geldiğimizde sahnenin ortasında sadece bir sehpa ve üzerinde bira şişesi durmaktadır. Bu şişe dışarıdan gizli bir iple çekilerek yere düşürülür. 2 tane nesne ile birlikte karakterin hikayesinin sonu anlatılır. Bu hem karakter nesne özdeşleşmesine hemde temiz sahne kullanımına örnektir. Bu kavrama göre seyirciler psikolojik olarak verilen tüm mesajları bir çorba içindeyken algılayamaz. Tam olarak bu sebeple temiz bir sahne kurgulanır. Bu performans bence çok iyi bir örnek. Ses kısmıyla yorum yapacak bilgim yok ama performans tamamen sanatçıların elinde ve müthiş bir vücut dili kullan...

Sinemada görsel anlatımın gücü üzerine Alef dizisi üzerinden bir tahlil

Resim
  Sinemada görsel anlatımın gücü üzerine Alef dizisi üzerinden bir tahlil Yazı spoiler içermeyecektir rahat olabilirsiniz. Dizinin konusu hepinizin malumu. Bende 5. Bölümü henüz bitirdim. 4. Bölümün başlangıcında bulunan flash back tekke sahnesinde yanan tekkede zikr eden dervişlerin sahnesi hepinizi çok etkilemiştir eminim. Sinemada görsel anlatım hakkında çok güçlü bir örnek bence. Mesnevi edebiyatı ile ucundan kıyısından ilgilendiyseniz Gül ile Bülbül, pervane ile mum anlatılarını görmüşsünüzdür. Bu sahnede pervane ile mum anlatısı canlandırılmış kanımca. Bilmeyenler için hızlıca özetlemek gerekirse bir gece kelebeği Odanın camından içeri süzülür ve mumun ışığını görür. Kelebek maşuktur, pervanedir;mum aşuktur. Aşuk'un arzusu ile tutuşan maşuk başlar mumun etrafında pervane gibi dönmeye. Hep daha fazla yaklaşmaya çalışır ama ateşin sıcaklığı yakar canını. En sonunda acıya dayanıp aşuka kavuşur maşuk. Döne döne alevin en içine gider. Bu anlatının özünde Allah yolunun acı çekmed...