BİR OTÖR OLARAK KUBRİCK PART 1 (2001 filmi odaklı bir bakış)
BİR OTÖR OLARAK KUBRİCK PART 1 (2001 filmi odaklı bir bakış)
“Kitlesel bir duygu elde edebilmek için sinema sanatını
kullanabilmenin bizler için olağanüstü tatmin edici olduğunu hissediyorum”
-Alfred
Hitchcock
Yönetmenlerin
alışılmamışı, endüstriyel sinemanın hırçın çocuğu, belki de sinema tarihinin en
iyi yönetmenlerinden biri olan Stanley Kubrick’ ten bahsedeceğim bugün. Otör
kelime anlamı yazılırken yanına örnek olarak eklenebilecek düzeyde bir adamdan
bahsediyoruz. Öyle ki Kubrick’ in yaptığı bilerek bir filmini izleyin diğer
filmlerini izlerken bu filmi Kubrick yapmış diyebiliyorsunuz. Amerikan
sinemasına yatkın fakat İngilterenin hırçın çocuğu.
Başlangıç: Amerikan sinemasının evrimi ve sinemanın sanatsal bir olgu olarak ele alınmaya başlanması, Otör tanımı
Başlangıç: Amerikan sinemasının evrimi ve sinemanın sanatsal bir olgu olarak ele alınmaya başlanması, Otör tanımı
Görüntüleme ve ses
teknolojilerinin gelişimleriyle beraber insan dünyasında “iletişim aygıtları”
diye tanımladığımız nesnelerin önemi arttı. Öyle ki bu nesneler kitlesel kültür
aracı haline dönüşmeye başladı. Kitlesel kültür araçları modern
insanın(1850-20??) ideolojisine etki eden, düşünsel yönlendirici aygıtlardır.
Şimdi bu kitlesel kültür aygıtlarının biraz evrimsel temasını incelersek
teknolojiyle doğru orantılı olduğunu farkedebiliriz. (RADYO>SİNEMA+RADYO>TELEVİZYON+RADYO>İNTERNET>??).
Görüntüleme teknolojisinin gelişimi sinemayı doğurdu. Sinemanın toplu ve diğer
aygıtlara nazaran ulaşılabilir oluşu tahtını kuvvetlendirdi. Gün geçtikçe daha
fazla film çekilmeye ve daha fazla insana ulaşılmaya başladı. Topluma mâl olan
her yapıt gibi sinemada sanatsal kaygıya uzun süre ulaşamadı. Amerikan sineması
aynı bizim Yeşilçam sinemamız gibi kıt, tekrara düşen, sanatsal kaygının
yerlerde olduğu dönemi yaşadı televizyonun icadı ve yaygınlaşmasına kadar.
Çünkü o dönem kitlesel kültür aracı sinema olduğu için yapımcı ve yönetmenler
sanat üzerine yoğunlaşamazdı. Halkın istediğini vermek ve olabildiğince fazla
para kazanmak gibi işleri vardı. Benim (büyük ihtimalle baya hatalı) görüşüme
göre sanat eğer gerçekten sanat kaygısı ile yapılmıyorsa estetiksel kabul
çıtasına ulaş(a)mıyor. Çizmenin ve incelemenin verdiği haz yerine 3 5 tane
yoksulun yaşamını kurtarmak amacı taşısaydı Da Vinci o muhteşem anatomi
çizimlerini yapamazdı, çizimleri için kadavra hırsızlığı yapmazdı. Ve belki de
sinemada sanatsal kaygının genel manada doğuşuna sebep olan olay: televizyonun
icadı.
Televizyon hanelerde yaygınlaşmaya başladı ve sinemanın
yıkılmaz tahtını çaldı(şükür ki). Televizyon artık 1 numaralı kitlesel kültür
aracı olmuştu Amerika için. Ve 1950’ ler ile başlayan sinemanın sanatsal yapıt
olarak ele alınması ve içeriksel irdesi kahramanımız Kubrick’ in doğumuna neden
oldu.
Yönetmenimizi doğurduğumuza göre biraz onun biricikliğini, özgünlüğünü
yani “otör” oluşunu konuşalım. Her şeyden önce otör kelimesinin terminolojik
olarak inceleyip açıklamak isterim. Otör(auteur) kendini sinemaya aktaran
yönetmenler için kullanılır. Çoğu zaman senaryoya bizzat etki eden yönetmenler
için kullanılır. Fakat benim kanaatim ve Robert P. Kolker’ e göre bu tanımlama
yeterli değildir. İdeolojisini, düşünsel yapısını, sanatsal zevkini, psikolojik durumunu özgün
bir şekilde tekrarlanamaz ve öncü, örnek olarak filme aktarabilen yönetmene
layığıyla otör diyebiliriz. “Otör bir yönetmen yapıtına kendini yansıtmaktan
kaçınamaz”
Gelişim: Otör’ ün doğuşu, tanımlamayı haketme nedenleri,
sinemasını anlamak üzerine
1950 kuşağı yönetmenlerin neredeyse tamamı
Orson Welles’ in üzerindeki etkisini kabul eder. Fakat çok azı Welles’ in
geliştirdiği mizansen tekniğini uygulamaya geçirme yeteneği gösterdi. Wellesci
sinema mekan ve mekânsal ilişkilerin sinemasıdır. Kubrick için kamera derin
anlam örgüsü ve karmaşık bir görsel alanın kaydedicisidir. Duyguları ve
anlatmak istenileni aktarmak için oyunculardan daha çok mekan ve kamera
ilişkisinden yararlanır Kubrick. Kamera yaratıcı ve arabulucu olarak işlev
görür ve sonuçta ortaya çıkan aşırı biçimsel ve tematik bir karmaşadır. Beraber
Kubrick’ in mekan, karakter, kamera üçlemesini nasıl iyi bir şekilde
harmanladığını ve aktarmak istediği fikir,bilgi,duyguyu verişini inceleyelim.
Geriye doğru devinen kaydırmalı
muhteşem bir kamera hareketi. Sekans esnasında Beethoven’ın Dokuzuncu Senfonisi’
nin dördüncü bölümünden hareketli bir marşın varyantıyla birleşen kamera hareketi,
parlak ve metalik renkler, bütün yapının güven vericiliği; bütün bunlar total
kontrolü gösterir: Alex’ in duruma hâkim olması ve izleyicinin bundan duyduğu
haz. Benzer bir durum 2001’ deki uzay gemisinin koridorunda Poole’ un
kaydırmalı çekimi için söylenebilir. Zaman mekan ve bazı durumlarda müzik
etkeniyle verilmek istenen duygular
rahatça verilebilir. Sinema bu sebeple çoğu sanat türünden rahatlıkla ayrılır.
Çünkü diğer sanatların aksine duygular açık bir şekilde eserde bulunmak zorunda
değildir(duyguları ve anlatılmak isteneni anlamak zor olsa da verilmek istenen
ana olguda bunlar gizlidir). Hareketli, değişken bir ortam içerisinde asıl
dikkat noktasından ayrı olarak insanın daha çok “bilinçaltına” az önce
bahsettiğim gibi duygular verilir. İşte
tamda bu sebeple Kubrick biriciktir. Fena olmayan bir film izleme sayısına
ulaşmış biri olarak bahsettiğim duygu verme eylemini Kubrick’ ten daha iyi
yapan nadirdir diyebilirim. Size gerekli olan duyguyu verir ve bunun farkında
bile olmazsınız. Kubrick’ in sinemasında bir karakteri onun ne söylediğinden
daha çok yaşama biçimi ve özellikle de yaşadığı mekandan tanırız. Çoğunlukla
edebi kaynaklardan yararlanan ve kendi bakışını ortaya koyarak eserler yaratan
Kubrick, edebiyatın süslü sözcüklerini o kadar güzel bir şekilde filmine
entegre eder ki her filmi yazılı bir edebi eserden farksızdır çoğunlukla. Alex
Delarge’ ın arkadaşlarıyla beraber takıldığı bardaki cinsel ve psikolojik saldırgan
kimliği ile evinde genelikle köşeli temiz bir ortamın oluşunun etkileri Alex’
in ikili karakteristik yönünü gösterir. Ludwig dinler fakat şiddetten hoşlanır,
zekice ve düzenli cümle kurar fakat sözcükleri bozmaya eğilimlidir, yüksek
zekalı fakat düşük karakter ve anlama yetisine sahiptir. Barry Lyndon filminde
ana karakterimizi hikayesi ve film örgüsü tamamen mekan-karakter ilişkisi
üzerinden ilerler.
Kubrick bir Anti-Humanist’ tir. Erkekleri mekanik
olarak kendi dünyalarınca(alex delarge, private joker vb.) genellikle kendileri
için oluşturdukları yapılar ve ritüllerce belirlenmiş olrak görür. Bu yapıyı
kendilerinin oluşturduğunu ve üzerlerindeki hakimiyeti unutarak bu yapıların
kendilerini kontrol etmesine izin verir(bana göre bir erkek benzetmesi olarak
anlatılan 2001’ deki aygıtın ve insan ilişkisinin evrimi gibi.). Kubrick
bireylerin, grupların veyahut tüzel kişiliklerin yarattıkları dünya karşısında
aciz kalmalarını anlatır çoğunlukla. Dr.Strangelove’ da cehennemi bir biçimde,
2001’ de başka dünyalı beyinlerin merhametiyle dönüşüm geçirererek, Barry
Lyndon ve The Shining’ de aile içi sorunların yıkıcılığı , Full Metal Jacket’
da savaşın getirdiği yıkım sonucu insanlığın eriyişini ve yokoluşunu görür.
Kubrick filmlerinde tasarım ve uzamsal yönlendirmeler ne kadar karışıksa da
anlatım tam tersine o derece basittir( Barry Lyndon hariç). Kubrick filmleri
tamamen kapalı olarak vermeyi sevmez. Hatta olabildiğince açık ve konunun takip
edilebilirliğini sağlamak hedefi taşır. Yüzeysel olarak fikir elde etmek için
çok irdeleme gerektirmeyecek bu filmler hakkında bazen bir Marvel filminden
bile bütünsel fikir verme konusunda daha basit olduğunu söylemek sanırım yanlış
olmaz. Sahne açılır 2001’ de “insanlığın
şafağı” sekansında insanlığın monolith tarafından zekaya kavuşturulduğunu ve
aleti kullanmayı öğrendiğini anlarız. Çok basit ve sıradandır bu sahne ve
bahsettiğim basitliğe muhteşem bir örnek olarak söylenebilir. Maymun tehdit
görür, maymun monolithten gerekli bilgiyi alır, maymun bilgi sayesinde üstünlük
sağlar. Ama belki de sinema tarihinin en mükemmel geçişlerinden kemik-uzay
mekiği geçişinin taşıdığı anlamı çoğumuz kaçırabilir. Alet insan ilişkisinin
devamlılığını anlatmak için kurulmuş bu sahnede kemik ve mekik aynı şeydir yani
alettir. Kubrick bize burada milyonlarca yıl geçmesine rağmen aletle insanın
ilişkisinin değişmediğini ve ikisinin de hala aynı şey olduğunu anlatır. 2001
filmi belki de Kubrick için dönüm noktası olmuştur. Çok iyi bir gişe yakalayan
film gerçekten uzay filmleri için öncü olabilmeyi başarmıştır. Dönemin
bilim-kurgu edebiyatında önemli bir yer oynayan ütopyan evren 2001 filminin
evreninde de bulunmaktadır. Yazılı eserlere bu denli bağlı bir yönetmen için
bunun gibi olgular kaçınılmazdır. Ütopyan evren şemasını sözcüklerden yine
güzel bir görsel aktarım ile görürüz 2001’ de. Eşyalar köşelidir, mekanlar fazlasıyla parlak
ve temizdir. Geleceğin malzemeleri cam, plastik ve metaldir. Aletin evrimi
fikri tamamlanmak zorunda oduğu için ahşap gibi organik bazlı materyale mekanda
yer yoktur. Bunun gibi önemli detayla filmde bütünün korunmasını sağlar.Kubrick
2001’ de geleneklere, geleceğin neye benzeyeceğine dair varsayımlara yakından
bakar ve bunların sonuçlarını düşünür. Gelecek ve ona edilgen olan olguların
yan anlamaları geleneksel imgelerin aşırılığı abartılarak sorgulanır. Kubrick
uzay gemilerini korku boşluğu içerisinde betimler kamerasında. Siyah bir
arkaplanda aletin olaydan bağımsız olan ve seyirciye de bağımsızlığını
hissettiren bir müzik eşliğinde hareketini izleriz dakikalarca. Alet burada
tecrit halindedir. Film dokusu boyunca her dakika verilen alet-insan ilişkisinin
aslında iki taraf içinde ne kadar öznel
fakat bir o kadar benzer olduğu fikrini kanıtlar niteliktedir. Buradan
sonra kaynak kitaptan tam bir alıntı ile devam edeceğim:
“Filmin gösterime girdiği dönemde eleştirmenler diyaloğun azlığı üzerine yorum yaptılar ama baskı, bilgisayar grafikler, matematik formülleri ve şekiller aracılığıyla dilin aslında ne kadar çok kullanıldığını gözden kaçırdılar. Görsel olarak bu sözcükler ve grafikler net ve çizgiseldir ve bunlar 1952’ de devreye sokulan kalın, tek tip, düz harf tipli ve o zamandan bu yana posterlerde, yollarda, inşaat panolarında ve yön gösterme levhalarında kullanılan ve Helvatica adı verilen yazı karakteriyle(jenerikte olduğu gibi) sunulur. Helvatica tarzı, reklam ve kitlesel iletişim için gözde hale gelmiştir. Kısacası modern çağın yazı karakteridir ve sözcüklerin ortaya çıkması için söylenmeleri gerektiği olgusunun ötesinde anlam kazanma statüsü elde etmiştir. “Helvatica” diye yazar Leslie Savan, “steril, nötral ve buyurgandır.” Başka bir tasarımcı da şöyle der: “Helvatica’ yı görürsünüz ve düzeni anlarsınız.” Biçim ideolojik bir olay haline gelir. 2001 bir Helvatica filmidir; yalnızca sözel ve matematiksel görüntülerin ekranlarda belirmesi nedeniyle değil ama aynı zamanda filmin bütün tasarımının açık bir otoriteyi, tamamen mekanik, elektronik mükemmellik düzenini gösterdiği için de.”
Kubrick filmde verdiği duyguların aksine temizlik=gelecek=daha iyi denklemine sıkı sıkıya bağlı kalmaz. O daha çok gelecek=duygusal çöküş ve ölüm temasını işler. Bunu ise zaten az olan diyalogların monotonluğu, duygusuz ifadelleri ve neredeyse her sekansta insanın tecrit halde oluşunun bize resmedilmesiyle anlarız. Gelecek maymunların sosyal yaşamını ve birlikteliğini yoketmiş evrimleştiği dünyadan milyonlarca kilometre uzakta bir uzay mekiğinde tam tur daire üzerinde sessizce koşan insanı yaratmıştır. Monolithler aslında bir bakıma insanın içindeki yoketme arzusunu tetikler. Ona aleti ve kullanımını öğretir. Helvetica tarzındaki bu varlıklar aslında insanlığın varlığından daha üstün bir plan için yaratılmış ve bu plandan kaçamayacak durumda olduğunun göstergesidir. Dr. Floyd ayda monolit’ e dokunduğundaki elinin hareketi, maymunun dokunma hareketiyle birebir aynıdır. Rahatsız edici bir sinyal sesi eşliğinde sekans kesilir ve Jupiter’ e olan yolculuğumuza geçeriz. Kubrick’ in yine dehasını gösterdiği geçişlerden biridir bu. Filme dair 3 geçiş bulunmaktadır;Kemik-Uzay mekiği geçişi, Sinyal-Yolculuk geçişi, monolith-fetus geçişi. Aslında hepsi yapısal olarak birbirinin aynısıdır bakıldığında. Hepsinde rahatsız edici bir olgudan sonra insanın veyahut aletin uzayda tecrit halini görürürüz. Final gerçekten ikircikli bir yapıya sahiptir. Daha önce de bahsettiğim gibi film aslında baya basit bir anlatı içerisinde bulunmasına rağmen son dakikalarında izleyicinin tamamen fikrini allak bullak eder ve mide bulantıcı bir his bırakır. Tam da Kubrick’ in istediği gibi. İnsan(fetüs) filmin başından beri ilk defa aletten bağımsız olarak görülmüş bilgelnin(monolith) verdiği ahlak koruma kalkanıyla tamamen tecrit bir biçimde uzayda ilerler. Seyirciye gerçekten içinden çıkılamaz sorular ve onlarca kere tekrar izleme bırakmıştır Kubrick.
“Filmin gösterime girdiği dönemde eleştirmenler diyaloğun azlığı üzerine yorum yaptılar ama baskı, bilgisayar grafikler, matematik formülleri ve şekiller aracılığıyla dilin aslında ne kadar çok kullanıldığını gözden kaçırdılar. Görsel olarak bu sözcükler ve grafikler net ve çizgiseldir ve bunlar 1952’ de devreye sokulan kalın, tek tip, düz harf tipli ve o zamandan bu yana posterlerde, yollarda, inşaat panolarında ve yön gösterme levhalarında kullanılan ve Helvatica adı verilen yazı karakteriyle(jenerikte olduğu gibi) sunulur. Helvatica tarzı, reklam ve kitlesel iletişim için gözde hale gelmiştir. Kısacası modern çağın yazı karakteridir ve sözcüklerin ortaya çıkması için söylenmeleri gerektiği olgusunun ötesinde anlam kazanma statüsü elde etmiştir. “Helvatica” diye yazar Leslie Savan, “steril, nötral ve buyurgandır.” Başka bir tasarımcı da şöyle der: “Helvatica’ yı görürsünüz ve düzeni anlarsınız.” Biçim ideolojik bir olay haline gelir. 2001 bir Helvatica filmidir; yalnızca sözel ve matematiksel görüntülerin ekranlarda belirmesi nedeniyle değil ama aynı zamanda filmin bütün tasarımının açık bir otoriteyi, tamamen mekanik, elektronik mükemmellik düzenini gösterdiği için de.”
Kubrick filmde verdiği duyguların aksine temizlik=gelecek=daha iyi denklemine sıkı sıkıya bağlı kalmaz. O daha çok gelecek=duygusal çöküş ve ölüm temasını işler. Bunu ise zaten az olan diyalogların monotonluğu, duygusuz ifadelleri ve neredeyse her sekansta insanın tecrit halde oluşunun bize resmedilmesiyle anlarız. Gelecek maymunların sosyal yaşamını ve birlikteliğini yoketmiş evrimleştiği dünyadan milyonlarca kilometre uzakta bir uzay mekiğinde tam tur daire üzerinde sessizce koşan insanı yaratmıştır. Monolithler aslında bir bakıma insanın içindeki yoketme arzusunu tetikler. Ona aleti ve kullanımını öğretir. Helvetica tarzındaki bu varlıklar aslında insanlığın varlığından daha üstün bir plan için yaratılmış ve bu plandan kaçamayacak durumda olduğunun göstergesidir. Dr. Floyd ayda monolit’ e dokunduğundaki elinin hareketi, maymunun dokunma hareketiyle birebir aynıdır. Rahatsız edici bir sinyal sesi eşliğinde sekans kesilir ve Jupiter’ e olan yolculuğumuza geçeriz. Kubrick’ in yine dehasını gösterdiği geçişlerden biridir bu. Filme dair 3 geçiş bulunmaktadır;Kemik-Uzay mekiği geçişi, Sinyal-Yolculuk geçişi, monolith-fetus geçişi. Aslında hepsi yapısal olarak birbirinin aynısıdır bakıldığında. Hepsinde rahatsız edici bir olgudan sonra insanın veyahut aletin uzayda tecrit halini görürürüz. Final gerçekten ikircikli bir yapıya sahiptir. Daha önce de bahsettiğim gibi film aslında baya basit bir anlatı içerisinde bulunmasına rağmen son dakikalarında izleyicinin tamamen fikrini allak bullak eder ve mide bulantıcı bir his bırakır. Tam da Kubrick’ in istediği gibi. İnsan(fetüs) filmin başından beri ilk defa aletten bağımsız olarak görülmüş bilgelnin(monolith) verdiği ahlak koruma kalkanıyla tamamen tecrit bir biçimde uzayda ilerler. Seyirciye gerçekten içinden çıkılamaz sorular ve onlarca kere tekrar izleme bırakmıştır Kubrick.
Bir otör olarak Kubrick’ i elimden geldiğince
değerlendirmeye çalıştım. Gerçekten sinema tarihinin en yaramaz çocuklarından
biri olmayı başarmış bir yönetmen. Sıradaki yazımın başlığı ve anahatları “Faşist
estetiğin sinemadaki yeri, otör olarak kubrick PART 2 a clockwork orange özelinde
değerlendirme, Kubrick sineması üzerine
sonuç fikirleri”
Yazan
Noyan Delarge mahlaslı bir kişilik
kaynak kitap: Yalnızlık Sineması- Robert Philip Kolker
Olası paylaşımlarda en azından blogumun yönlendirmesi olursa sevinirim. Zaten mahlas ile yayınlıyorum gerçek yaşamıma bir katkısı olmaz sadece yazılarıma devam etmek için gerekli motivasyonu sağlar.
Yazan
Noyan Delarge mahlaslı bir kişilik
kaynak kitap: Yalnızlık Sineması- Robert Philip Kolker
Olası paylaşımlarda en azından blogumun yönlendirmesi olursa sevinirim. Zaten mahlas ile yayınlıyorum gerçek yaşamıma bir katkısı olmaz sadece yazılarıma devam etmek için gerekli motivasyonu sağlar.
Yorumlar
Yorum Gönder